Yaklaşık olarak iki aydır sessizdim, içimden yazmak gelmiyordu ve belki de küsmüştüm klavyelere.. Bu zamanda hala klasik kağıt ve kalem kullanarak yazanlar kalmışmıdır diye merak ettim birden, heralde herşeyimiz dijitalleşiyor artık, devrimlerimiz ve aşklarımız bile..
Bu gece yalnız evimde ve sessiz odamda, sevdiğim bir kaç mumu yakıp gökyüzünün berraklığını izleyerek bu satırları yazmaya başladım.
Gece ne kadar yalnızsa, ben de o kadar yalnızdım bu gece!
İnsan beyni de arının sindirim sistemi gibi çalışır, her çiçekten bilgiyi - acıyı - hüznü - sevinci - kahkahayı toplar ve bunları harmanlayıp duygu ve düşüncelerini bir bal damlası gibi kağıda döker.
Bazen hafif acıdır bu damlalar, kestane balı gibi.. Bazen de okuyanları mutlu edip gülümsetecek kadar tatlıdır..
Ne kadar ilginçtir ki; aşk şarkılarının çoğu terkedilmişlik ve acılar üzerine kurulmuştur. En çok sevilen şarkılar ve şiirler hep bir yandan hüzünlüdür. Özlem kokar, hasret duyulur, nefret görülür bazılarında ama unutmayalım ki nefret de bir duygudur. İnsan anca değer verdiği birinden nefret eder, eğer nefret ediyorsa hala biraz seviyordur da, bir cevap bekliyordur..
Hayat o kadar kısa ve o kadar hızlı akıyor ki, geriye dönüp bakarsan geride kalıyorsun.
Diğer insanlar seni hiçbir zaman anlamayacaktır, çünkü onlar da bu maratonun diğer koşucularıdır. Senin ayağının tökezlediğini gören nezaketen durup yardıma ihtiyacın olup olmadığını sorar, ama fazla kalmadan koşusuna devam eder.
Sen ise, ayak bileğindeki ağrıyı sol göğsünde hissediyormuş gibi kıvranırsın. Kalbin ve nefesin bitişe kadar dayanmaz sanırsın ama biraz dinlenip devam ettikten sonra ayağını yere daha sağlam bastığını görürsün. Cesaretlenirsin, bu sefer olacak der ve yeniden başlarsın.
İşte böyle bir dönemeci hepimiz hayatımızda bir yada birden fazla kez yaşamışızdır.