"Bana bitmeyen bir tek şey söyle, Söyle sonsuza inanayım..." (FD)
Bitmeyen aşk, gerçek aşk, büyük aşk..
Kendimizi kandırmayalım, bu cümleleri daha önce kaç defa kurduk kimbilir?
Yıllardır süre gelen ve çocukluğumuzdan beri kafamıza işlenen "aşk" senaryoları, hayalperest insanların kafalarında düşündüğü ve hayal ettiği bir ütopyadan ibarettir. Böyle şeyler gerçek olsa zaten ilginç olmaz, filmi çekilmez ve gencecik körpe dimağlara pompalanmaz. İlgi çekici şeylerin çoğu çabuk tüketilir ve değersizdir.
Son gelinen noktada; kendi inandıklarınızın peşinden gitmeniz, kendini kandırmalarınızın peşinden gitmeye göre çok daha iyidir.
"Söz ver, durma öyle bana söz ver, Bakışına kanmam artık söz ver!" (FD)
Bazı insanlar birbirlerine o kadar büyük sözler veriyorlar ki, verdikleri sözlerle birlikte kendilerine olan saygılarını da kaybediyorlar. Maalesef doğamızda şu var; bir şeyi kaybedene kadar onun bizim için ne kadar değerli olduğunu anlamıyoruz. Kaybettikten sonra geri kazanmamız kolaysa, bu sefer daha da kıymetsiz oluyor.
Ufak bir anekdot; bir insanın arkanızdan nasıl konuştuğunu anlamak için, diğer insanlar yokken size onlar hakkında nasıl konuştuğundan yola çıkabilirsiniz.
"Bir keşkeye daha yer yok kalbimde, Birlikte ölecek miyiz?" (FD)
Gerçekten de keşkeler insanın ruhunu kemiren birer fare gibi yaşama sevincini içinden alır. Sonuçta mutsuzluk, güvensizlik ve eziklik içerisinde koca bir hayata mahkum olursunuz. Bazı şeyleri yaparken kaybettiğiniz cesaretinizle birlikte, geleceğinizdeki huzurlu günleri de kaybetmiş olursunuz.
Nasıl ki; cinayet işlemiş bir insan geceleri öldürdüğü kişiyi rüyasında görerek kan ter içerisinde uyanıyorsa, siz de cesaretinizle birlikte kaybettiklerinizi kabus olarak görür ve uykusuz kalırsınız.