Beni hayata bağlayan hortumlar ve solunum cihazları ile baş başayım yine.. Cudi Dağı’ndaki son operasyondan beri ilk kez bu kadar büyük bir heyecan yaşıyorum. Sıcak çatışmanın tam ortasında, sarp kayalıklardaki mağaraya doğru koşar adım ilerlerken birden kulaklarım uğuldamaya başlamıştı. Sonra havada birkaç takla atıp yere düştüğümü hatırlıyorum.
Hiçbir acı hissetmedim, sanıyorum o an felç olmuştum. Bir süre sonra da göz kapaklarımı tutamaz oldum ve bayıldım. Birileriyle konuşmayı başarır başarmaz bana neler olduğunu öğrenebilmeyi umuyorum.
-
Kaç gecedir annemin gelmesini bekliyordum, o yaşlı ve buruşmuş elleriyle ellerimi tutmasını, gözlerimin içine bakarak “Oğlum, yavrum, Caner’im, konuş benimle” demesini özledim.
Kelimeler boğazımda düğümlenir ve bazen o kör düğüm çözülür gibi olsa bile konuşamıyorum. Anlatamıyorum hislerimi, onları ne kadar sevdiğimi ve ne kadar özlediğimi söyleyemiyorum yüzlerine.
Hoş, bu hayatın benden aldığı bir intikam olsa gerek diye düşündüm kendi kendime: Çünkü konuşabiliyorken de bu tür cümleler kurmaktan kaçınırdım. Utanırdım belki de, serde erkeklik var ya..
Bazı akrabalarım beni öldü sayıyor. Mesela büyük dayım, patavatsızın tekidir zaten!
Geçen gün annemle konuşurken -benim duymadığımı zannederek- “Başın sağolsun kardeşim” diyordu.
Belki de şehit olmam onlar için hayatta kalmamdan daha önemli bir mevzuydu, bilemiyorum…
Şimdi bu alaca karanlık hastane odasında, kılımı bile kıpırdatamadan ölümü bekliyorum.
Ya da yaşama dönmeyi, adına yaşamak denirse tabi… Uyku bastırıyor yine, çok düşündüğüm zaman yoruluyorum ve uykum geliyor. Yapabildiğim tek şey düşünmek, düşünmek, düşünmek. Geleceğimi düşünüyorum, yakın mıdır acaba bu esaretten kurtuluşum… Sabah ola hayrola, gün doğmadı daha…