Bu sabah odamda farklı bir sesle uyandım. Odamı temizledikten sonra tam iki saat boyunca televizyondaki evlendirme programlarını izleyerek mesai dolduran Melahat hanım gelmedi bugün…
Onun yerine çıtı pıtı görünümlü, dokunsan kırılacak kadar zayıf ve elbisesiyle neredeyse aynı ten rengine sahip Nevin hemşire odama girdi. Ben de yeni tanıdım onu, ilk görüşte de ısındım, pozitif bir enerji yaydı sanki tüm odama! Uzun süredir hoşlandığım ilk kızdı, zaten askerliğim süresince pek fazla kızla görüşme imkanı bulamamıştım.
Tüm vücudum felç olmasına rağmen kokuları çok iyi alıyordum. Nevin hemşirenin sürdüğü keskin lavanta kokusu tüm havayı kaplamıştı. İlerleyen günlerde daha odama gelmeden koridordaki lavanta kokusunu alacak ve onun geldiğini anlayarak mutlu olacaktım.
Şu anda konuşabiliyor olsaydım bile ona yaşını soramazdım, çünkü bayanlara yaşını sormak kabalıktı. Hakkında merak ettiğim o kadar çok şey vardı ki, bütün gün bile konuşsak yetmeyebilirdi. Ama asıl merak ettiğim onun da benden hoşlanıp hoşlanmadığıydı. Bunu sorunca benden uzaklaşabilirdi de! Tabi konuşamıyor olmak bu riski ortadan kaldırıyordu, sorulamayan soruların cevaplarını ortadan kaldırdığı gibi…
-
Öğleye doğru doktorum geldi. Göz bebeklerime güçlü bir ışık doğrultarak kısaca baktı, tepki verdiğimi görünce sevinir gibi oldu. Geri kalan rutin kontrolleri ise bir fabrika işçisi gibi soğukkanlılık ile yaptı.
O esnada koridordan lavanta kokularıyla birlikte Nevin hemşire geldi ve odama girdi.
Doktorumla birkaç konu hakkında konuştular. Oldukça tıbbi ve pek anlamadığım konulardı bunlar. Ancak bir tanesini anlayabilmiştim, o da “ameliyat” kelimesiydi. Sanıyorum bir operasyon daha geçirecektim, özellikle beynimdeki travma ile ilgileniyorlardı. Ameliyat da beynim ile ilgili olmalıydı.
Akşam olmak üzere olduğunu Nevin hemşirenin son kontrolünden anlıyordum. Bu kontrol diğerlerine göre kısa sürüyordu, acelesi var gibi olurdu. Yoksa bir sevgilisi vardı ve çıkışta onunla buluşmak için mi acele ediyordu? Akşam çökünce hep olumsuz düşünmeye başlıyordum nedense…
Uyuyabilmem için koluma bağlı olan serumla birlikte verilen sakinleştiriciler işe yarıyordu. Gündüz düşünmek, gece düşünmek kadar yormuyordu beni ve uykumun gelmesi için ilaçlara ihtiyacım vardı.
Göz kapaklarım kendi ağırlığını taşıyamaz olduğu sırada odamın tüm ışıkları söndü. Kalp ritmimi ölçen cihazın bip sesleri de duyulmaz olmuştu. Hayal meyal olarak bot sesleri ile kamuflaj hışırtıları duydum ve uykuya daldım.
-
Uyandığımda koğuştaki ranzamın üst katında, tek başıma yatıyordum. Diğer tüm ranzalar boş ve florasan lambaların hepsi parıl parıl yanıyordu. Duvarda saat olmadığı için meraklandım ve bir hamleyle ranzanın üst katından aşağı atladım. Kamuflajlarım üzerimde yatıyordum, her an her şeye hazır olmak gerekiyordu.
Koğuşun kapısından çıktım ve alt kattaki karakol giriş kapısına yöneldim. Güpegündüz olmasına rağmen şaşılacak derecede hiç ses yoktu. Karakol kapısından dışarıya çıktığımda yaklaşık üç yüz metre ilerideki içtima alanında dizilmiş askerleri gördüm. “Eyvah” dedim, içtimaya geç kaldım!
Yanlarına gidip hemen sıraya girdim. Ardından komutan koşar adımlarla geldi. Aramızdan gür sesli bir askerin “Dikkat!” diye bağırdığını duydum. Bu sabah duyduğum ilk ses buydu.
Komutanımız her sabah olduğu gibi bu sabah da sinirliydi. “Nasılsınız eşşoğlueşekler!?” diyerek konuya girdi.